Dünyanın en büyük su krizi Gazze’de yaşanıyor

Stockholm Uluslararası Su Enstitüsü (SIWI) tarafından 1991’den beri düzenlenen Dünya Su Haftası’nın 25-29 Ağustos günlerini kapsayan bu yıldaki teması “Sınırları Aşmak: Barışçıl ve Sürdürülebilir Bir Gelecek için Su” olarak belirlendi.

Askeri saldırılar nedeniyle sivil halkın suya erişiminin nasıl engellendiğinin örneklerinden biri Gazze’de yaşanıyor. İsrail’in Gazze’ye 7 Ekim 2023’te başlattığı saldırılar nedeniyle binlerce kişi hayatını kaybederken insani kriz de derinleşiyor. Yaşanan sıkıntıların başında temiz suya erişim sorunu geliyor.

Sümer, çölleşmenin hızlı yaşandığı coğrafyalardan biri olan Orta Doğu’da yer alan Gazze’nin, İsrail saldırılarıyla birlikte iklim değişikliğinin etkilerini de ağır şekilde hissettiğini bildirdi.

Bölgede yetersiz olan yağışın daha da azaldığını, buharlaşmanın arttığını ve hızlı nüfus artışının kişi başına kullanılabilir su miktarını azalttığını belirten Sümer, İsrail saldırılarının ardından su varlığının daha da problemli hale geldiğini vurguladı.

Sümer, “Su zengini sayılabilmek için yıllık 10 bin metreküp su varlığı gerekiyor. Gazze bunun çok çok altında bir su varlığına sahip ve bu suyun aynı zamanda miktarı dışında kalitesinde de çok büyük sıkıntı var. Bölge coğrafi olarak tuzlu suların tatlı sulara yoğun olarak karıştığı bir bölge. Uzun yıllardır Yemen, dünyada su krizini en ağır yaşayan ülkelerin başında geliyordu ancak Gazze son 1 yıldaki yıkımla Yemen’i de geride bırakarak dünyada su krizini en fazla yaşayan bölge haline geldi.” dedi.

“Kadınlar, en çok etkilenen grup”

Gazze’ye su sağlayan başlıca nehirlerde akışın sürekli olmadığını aktaran Sümer, uluslararası bağışçılar tarafından hayata geçirilen desalinasyon (deniz suyunu tuzdan arındırma) projelerinin, pahalılığı ve bölgedeki sucul ortama zarar verme potansiyeli nedeniyle Gazze’ye uygun olmadığını ifade etti.

Gazze’de su krizinden en çok etkilenenlerin kadınlar ve çocuklar olduğunu, salgın hastalıklar nedeniyle gelişmiş ülkelere göre 10 kat daha fazla çocuk ölümünün kayıtlara geçtiğini dile getiren Sümer, şöyle devam etti:

“Gazzelilerin başta içme suyu olmak üzere su konusunda büyük sıkıntıları var ve içme suyunu çok uzun kaynaklardan taşıyarak getirmek durumundalar. Fiziksel problemlere yol açacak derecede ağırlıktan bahsediyoruz ya da uzun süre kuyruklarda beklemeleri gerekiyor. Bölgeye bir tankerle su getirildiğinde orada kuyruğa girip yarım günlerini heba etmeleri söz konusu. İkincisi, su krizi, içme suyu dışında hijyen ve sanitasyon konusunda büyük sıkıntılara yol açıyor. Bunlarla da ağırlıklı olarak kadınlar uğraşıyor. Suya bağlı hastalıklar bölgede yoğun artış eğiliminde. Kolera gibi, kötü kaliteli su kaynaklarında, mikroorganizmaların yayılarak hastalıklar meydana getirdiğini biliyoruz. Bu gibi sebeplerle kadınlar bölgede en çok etkilenen, dezavantajlı grup.”

“Bölge dışı kaynaklardan su transferi yapılabilir”

Gazze’de su probleminin süreceği ve gelecekte bölge dışı kaynaklardan su transferinin gündeme gelebileceği öngörüsünü paylaşan Sümer, şu an için en acil ihtiyaçlardan ilkinin su, ikincisinin ise gıda olduğunun altını çizdi.

Sümer, “Bunların çözümünde gelir yani parasal kaynak çok önemli. Gazze’de ne yazık ki bu konuda ciddi sıkıntılar var. Yani gelir getirici faaliyette bulunan insan sayısına kıyasla nüfus çok fazla.” diye konuştu.

Gazze’de kuru tarım yapıldığını hatırlatan Sümer, bölgede eski nesil sulama sistemlerinin kullanıldığına ve bunun da tarımda aşırı su kullanımına neden olduğuna değindi.

Bölgede toprağı nemlendirebilecek bir yağışın söz konusu olmadığı gibi yere düşen yağmurun da akışa geçemeden buharlaşıp kaybolduğundan bahseden Sümer, çölleşmeyle mücadele edebilmek için yapılabileceklerden birinin suya dayanıklı bitki gruplarının bölgede kullanılması olduğunu fakat bölgede savaş durmadan ve ilk dönemde dış yardımlar olmadan bunların yapılamayacağını kaydetti.

Su kaynaklarının yetersiz ve yağışın az olmasının Gazze’deki ağaç varlığını olumsuz etkilediğini ve zeytinyağı üretiminde başlıca tedarikçiler arasına girebilecekken Gazze’nin bu potansiyeli kullanamadığını belirten Sümer, “Bölgede geleneksel olarak dikilen zeytin ağacı gibi ağaçlar da yerleşim yeri amacıyla kesildi ki aslında bunlar ölümsüz ağaçlardı ve çok değerli olan, tüm dünyada öteden beri takdir gören zeytinyağının üretimi bu yüzden azaldı.” diyerek sözlerini tamamladı.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir